15 Ekim 2014 Çarşamba

EXETER

17-30/10/2010_İNGİLTERE-2- EXETER :)

Her Türk bir gün Exeter'i mutlaka görecek:))))
        Başvurmuş olduğum Comenius Hizmetiçi Eğitimin kabul edilmesiyle, İngiltere'nin güneyinde bulunan bu güzel kasabaya doğru eşimle yorgun ama umutlu bi yolculuk yapıyoruz. Bizi tren istasyonunda karşılayacak birilerinin olması içimizi rahatlatan tek şey. Yaklaşık dört saat süren tren yolculuğu sonrası, gideceğim kurs aracılığıyla iletişim kurduğum İngiliz aile bizi karşılıyor. Londra'da insanların soğukluğu benşm cesaretimi fazlasıyla kırdığından fazlasıyla çekingenim. Ama ilk dakikada bu duygularım yerle bir oluyor. Sıcacık gülümsemeyle resimlerden beni tanıyan ellili yaşlarında güleryüzlü bi kadın sımsıkı sarılıyor bana trenden iner inmez:) Ohh diyorum içimden herşey güzel olacak:) İçimdeki burukluk bi anda kayboluyor ve eve gidiyoruz. Evde eşiylede tanışıyoruz. Dünyalar tatlısı bi çiftle kalıyoruz. Odamızı gösteriyor bize bize ait banyomuzu,vs... Hemen sofraya geçip yemeklerimizi birlikte güzel bi sohbet eşliğinde yiyoruz.... 
         Kaldığımız ev yaklaşık 150 yıllık bir evmiş öğrendiğimize göre. İkinci Dünya savaşında şehrin bi kısmı yerle bir olsada hala ayakta duran yapılarda hayli fazlaymış,bu ev gibi...İlk gün Güneşin batışını pencerimizden izleyerek huzurlu bir uykuya dalıyoruz....
      


        Sabahın 6'sında Nicki'nin ayak sesleriyle uyanıyrm. Kadın öyle enerjik öyle hareketliki yorulduğum için kendimden utanıyorum. Kaldığımız iki hafta boyunca kahvaltımızı hergün erkenden uyanarak hazırladı. Kahvaltıdaki kızarmış ekmekleri hala özlüyorum.Teşekkürler Nicki:) Aynı şekilde olurda acıkırız diye sandviçimizi,meyvemizi, suyumuzu atıştırmalık çerezimizi bile paketledi her gün bıkıp usanmadan... Akşamları chocolate Biscuits'lerimizle(çikolatalı bisküvi) ve Nickinin güzel tatlıları eşliğindeki sohbetlerimizde unutulmaz tabi. O günlerden kalma benim hala çikolatalı bisküvi gördümü sarılır hemen:)Peki biz neden aile yanında kalmayı seçtik. Öncelikle kültürü yakından görmek yaşamak ve bol bol ingilizce pratik yapmak için. Yoksa benzer fiyatlara otelde kalmayıda seçebiliyorduk ama biz aile ile kalmayı seçtik ve ne kadar doğru bi karar verdiğimizi bu çifti tanıdıkça daha iyi anladık:) Sohbet sohbeti açtıkça Türkiye ile ilgili ne çok şey bildiklerini, hali hazırda ülkemize tatile gelip aldıkları kilimleri örtüleri görünce dahada bi sevinip şaşırıyoruz. Birde müzik setinden mustafa sandalın bi şarkısını açıp dinleyince sormayın sevincimizi:) Bizde ilk kez English Folk Music(İngiliz Halk müziği) dinliyoruz ve çokda beğeniyoruz. Bob Yılmaz Güney filmlerinin hepsini izlemiş, Orhan Pamuk kitaplarından okumuş... Bir kez daha yahu biz ne çok şeyi kaçırmışız diyoruz, Bob'un gençken otostop çekerek yaptığı tatil anılarını dinlerken...
    18/10/2010  
    Sevgili kocamın ve ev sahibemiz eşliğinde kursa gidiyoruz. Okula yeni başlayan çocuklar gibiyim:) Yolda tanımadığımız insanlar gülümseyerek günaydın dedikçe şaşkınlığım kat be kat artıyor. Güneye gittikçe insanlar ne kadarda sıcak kanlı oluyo öyle. Nicki'ye anlatıyoruz Londradaki insanların ilgisizliğini, büyük bi şehir normal ama burası farklıdır diyor. gerçekten farklı.
 Kursta benden başka 3 Türk arkadaşım daha olduğunu görüyorum ilk derste. Diüer kurslarla birlikte yaklaşık 7-8 kişiyiz:) Her kurs başına böyle bi ortalama varmış. Bu yüzden her Türk bir gün Exeteri görecek bence:)
 Neyse lafı fazla uzatmadan ilk gün yaptığımız şehir gezimize geçiyorum. Exeter, İngiltere'nin güneybatısında Devon bölgesinde yer alan küçük şirin bir kasaba. Bölgede gezdiğimiz yerleri bölüm bölüm ayırarak anlatmayı daha doğru buluyorum. Şimdilik sadece Exetere odaklanıyorum. 
Her ne kadar küçük bi kasabada desemde Exeter bir katedrale sahip. Bu sebepten büyükçe bir kasaba diyebiliriz. Çünkü bir şehir nüfus büyüklüğüne göre bir kilise yada Katedrale sahip oluyor İngiltere'de.
  Şehrin doğusundan güzel bir nehir(The River Exe) geçiyor. Kurs binamız hemen bu nehrin kıyısında. Hemen hemen her gün öğle aralarında gidip  burda vakit geçiriyoruz . Hiç doymayan martıları besliyoruz:)


Bu nehrin yanı başından geçerek başlıyoruz şehir gezimize. İlk durağımız bir yol çalışması sonucu tamamı taşınan bir bina. Binayı hiç bozmadan olduğu gibi taşımayı nasıl başardılar bilemem ama savaşta çoğu bombalanan şehirde yinede ayakta kalmayı başaran bu binayı kurtarmanın gerekliliğine inanmışda olabilirler:) Taşınan Ev:

    Evin hemen yan tarafında saat başı çalarak küçük bir show yapan bir saat var. Adını tam hatırlayamasamda hala çıkardığı ding dong sesini hatırlıyorum:)

 Yol üzerinde 1500lü yıllardan kalma bir duvar görüyor ve duraklıyoruz. Net olarak hatırlayamıyorum ama hala ayakta kalan 600 yıllık inatçı bir duvar:) The Ruin of West Gate:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder