24 Kasım 2014 Pazartesi

ROMA

11-13/01/2014_ İTALYA_ ROMA 

      Uzun zamandan beri görmek için hayaller kurduğum, gördükten sonra bu isteğimde ne kadar haklı olduğumu anladığım, her bir metresi sanat ve tarih dolu İtalya'ya sonunda yolum düşmüştü :) Bu satırları yazarken bile içimde yeniden gitme isteği uyanıyor ve mutlaka, çok kısa bir süre sonra, yine gideceğim diye iç geçiriyorum... 

    Roma'nın hakkını vererek gezmek için bence minimum beş gün gerekli ama biz malesef üç gün kalarak hızlandırılmış bir Roma turu yaptık :) İlk tavsiyem, günlerinizi hatta saatlerinizi verimli kullanabilmeniz açısından gidiş biletinizi sabahın en erken saatine, dönüş biletinizi ise gecenin en son vaktine olacak şekilde ayarlamanızdır. Çünkü gezdikçe biraz daha biraz daha diyeceksiniz. Hele birde benim gibi yürüyerek adım adım her bir noktayı gözlemlemek istiyorsanız dakikalar bile çok önemli...
    Otel olarak tercihiniz nasıl olur bilemem ama bizim için önemli olan temiz ve merkezi bir yerde olmasıydı. Kahvaltıya gelince, bizim bol çeşitli kahvaltılarımızdan sonra biraz moraliniz bozulabilir. Zira, İtalyanlar tıpkı fransızlar gibi sabah kahvaltısında kahvelerine kruvasanlarını batıra batıra karınlarını doyuruyorlar. Çeşit olarak görebileceğiniz kruvasan ve bi kaç çeşit ponçik olacaktır en fazla.Kahvaltınoz en pahalı otelde de böyledir orta halli bir otelde de... Biz gezimizin sonunda  Toscana bölgesine geçeceğimiz için, Termini tren istasyonuna yakın olmayı tercih ettik. Eğer sizde farklı şehirleri görecekseniz en akıllıca olanı tren istasyonuna yakın olmaktır. Biz Otel Marsala'da kalmıştık.Termini'ye en fazla 200 metre uzaklıktaydı. odaları temizdi, sıcak suyu kliması gayet iyi çalışıyordu. Ayrıca açık büfe kahvaltısı da gayet güzel...  Gün içinde de rahatça mutfağa girip çay, kahve yapabiliyorsunuz kahvaltıdan artan kekleri kruvasanları rahatça yiyebiliyorsunuz. Yani az fiyata en iyi hizmeti bulabileceğiniz bir otel.
      Bizim gibi sadece üç gününüz varsa, Geziniz boyunca sizin en fazla işinize yarayacak şey; 'Roma Pass' . Bu  kart sayesinde üç gün boyunca tüm ulaşım araçlarından (metro,tramway,otobüs) ücretsiz faydalanabiliyorsunuz. Ayrıca gittiğiniz ilk iki müzenin ücretsiz olduğunu da  dikkate alırsanız, karta vereceğiniz  paraya  fazlasıyla değmiş oluyor.Sonraki müzelerde değişen oranlarda indirim de var. Birde tabi sıra beklemeden müzelere direk giriş ayrıcalığı da ayrı zevkli. Uzun kuyrukları aşıp Roma Pass için yapılan özel turnikelerden geçerek gezinizi daha zevkli hale getiriyorsunuz :) kartı heryerden temin edebilirsiniz kolayca, ama en güzeli gelir gelmez havaalanından almak. En son fiyatı 35 Euro civarıydı. Ayrıca havaalanından şehre gelcekseniz öyle taksiye falan para vermenize gerek yok, bizdeki gibi uyanık taksicilere denk gelip biraz yolunabilirsiniz. Havalanında yarım saatte bir şehre giden otobüsler var en uygunu onlar. Bu arada, Roma Pass malesef burda geçerli değil sadece şehir içinde kullanabiliyorsunuz ,...
       Roma'da metro kullanmak çok rahat. Zaten tüm durakların adı, görülecek yerlerle aynı olduğu için geriye sadece sırasıyla gezmek kalıyo :) Hiç vakit kaybetmeden, metroya atlayıp,ünlü Roma Kolezyumuna doğru yol aldık.Zaten metro'da Colosseo durağında inmeniz yeterli :)

      Bu arada Kolezyuma girdiğiniz bilet; Kolezyumla birlikte, Roma Forumu ve Paletino Tepesinde geçerli. Ayrı ayrı bilet almıyorsunuz aynı bileti göstererek geziyorsunuz. Zaten Bu üçü çok yakın olduğu için, kolezyumdan başlayarak sırasıyla gezebilirsiniz.  
       Gelelim Roma'nın sembollerinden ünlü Kolezyum 'a (Colleseum) : burası dünyanın en büyük amfi tiyatrosu.  Günümüzde bir kısmı ne yazıkki yok, sebebi depremler ve insanların taşların bi kısmını götürmesi olarak görülüyor.  Yapımı M.S 80 yılında tamamlanmış ve 55.000 kişilik kapasitesi var.İnsanlar sınıf farklarına göre oturabiliyorlar. Tabi Kolezyum deyince aklımıza ünlü gladyatör dövüşleri geliyor. Ama bu dövüşlerin yanı sıra, hayvan dövüşleri, idamlar ve tiyatro oyunları da izleniyormuş. Filmlerden oluşan izlenimleriniz nasıl bilmiyorum ama gerçeğini görünce biraz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Tavsiyem, önceden araştırarak ya da bir gezi grubuna katılarak gezinizi gerçekleştirin. Böylece, bu tarihi kalıntılara olan bakış açınız daha farklı olacaktır ...




       Kolezyum'un hemen yakınında, Roma Forumu ve forumun üst kısmında ise Paletino Tepesi bulunuyor. Roma Forumu, M.Ö 5. yy ile M.S 5. yy arasında çeşitli idari binaların, tapınakların ve anıtların inşa edildiği dikdörtgen şeklinde bir alan. Paletino Tepesi ise Roma şehrinin kökeninin bulunduğu, tarihi M.Ö 1000 yıllarına uzanan bir tepe. Üzerinde eski imparatorluk binaları  inşa edilmiş.






Paletino Tepesinden inerek Piazza Venezia 'ya doğru ilerlerken, yol üzerinde çoğu Avrupa şehrinde görebileceğiniz havada oturan Hinduları biraz izledik :) İlk görüşte nasıl yapıyorlar diye merak edilen bu olayın basit bi hilesi varmış aslında:) Bu kurnaz Hindular çelik bir yapıyla kendilerini sabitleyip güzelce oturuyolar. Bol kumaşlı giyinmelerinin nedeni de bu sistemi ustaca gizleyebilmek için :)


Gelelim Piazza Venezia 'ya: bu meydan adını Kardinal Venezia'dan almış. şehrin en işlek meydanlarından biri.Meydanın tam ortasında İtalya'nın birleşmesinden sonraki ilk kralı Victor Emmanuel adına yapılan bir anıt var. Anıtın sol kısmında Palazzo Venezia (Venezia sarayı) görebilirsiniz ...



Fontana Di Trevi (Aşk çeşmesi):

Metroyla Barberini durağında inerek kolayca meşhur aşk çeşmesine yürüyebilirsiniz. Roma'nın en ünlü çeşmesidir. Ve sadece Türkler tarafından aşk çeşmesi olarak bilinir. Asıl anlamı 3 yol ağzındaki çeşme demektir.
  Trevi Çeşmesi üstündeki temel figür deniz tanrısı Neptün (Poseidon)’dür. Neptün’ün iki yanında iki tane Triton vardır. Birisi bir deniz atına diğeri daha sakin bir hayvana liderlik ederken görülür. Bu ise denizin değişen halini sembolize eder. Çeşmenin ilk katlarından birinde bulunan kız figürü ise su kemerine adını veren bakireyi temsil etmektedir. Kayalık bir kısmı da olan deniz kenarı Trevi Çeşmesi’nde canlandırılmaya çalışılmıştır. Figürler arasında Poseidon’un bir arabayı sürerkenki hali de vardır. Dört sütununda soldan sağa şu alegorik heykeller vardır: “Meyve Bolluğu”, “Tarlaların Verimliliği”, “Sonbaharın Zenginliği” ve “Bahçelerin Zenginliği”.
  Günümüzde turistik açıdan oldukça popüler olan çeşmeye, dilek tutarak bozuk para attığınız zaman dileğinizin gerçekleşeceğine inanılır. Eğer dilek tutmak için atıyorsanız parayı, arkanızı dönerek atmalısınız. Ama Roma'yı bir daha görmek için atıyorsanız yüzünüzü dönerek atmanız gerekiyormuş. Ne kadar inanıyorsunuz böyle şeylere bilmem ama insan o ortamda herkes para atarken denemekten kendini alıkoyamıyor... Biz burayı hem gündüz hemde gece gördük her iki şekilde de inanılmaz güzel bir çeşme.
  Çeşmenin hemen yakınındaki dondurmacılarda, ünlü Roma dondurmasını mutlaka tadın. Tabi acıkınca çok yakında hepsi birbirinden lezzetli pizzalar yapan restaurantlara gitmeyi de sakın ihmal etmeyin :)





İspanyol Merdivenleri (Piazza di Spagna):
Yürümeyi seviyorsanız, Aşk çeşmesinden aşağıya doğru indiğinizde merdivenleri görebilirsiniz. Ama yorgunsanız metroyla 'Spagna' durağında inmeniz yeterli. Tavsiyem, bu bölgeyi yürüyerek keşfetmeniz, çünkü öyle güzel sokaklar göreceksinizki ;hiç bir ayrıntıyı kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum :)
1700'lü yıllarda yapılan kelebek şeklindeki dizaynıyla oldukça hoş bir görünümü olan bu merdivenler, Trinita dei Monti  isimli Fransız kilisesine çıkarlar. Önceleri meydana bu kilisenin ismi verilmiş ama sonraları İspanya büyükelçisinin bu meydanda bi yerde kalmasından sonra İspanya Meydanı olarak kullanılmaya başlanmış. Zamanın sanatçılarının,yazarlarının buluşma noktası olan merdivenler, günümüzdede birçok insanın buluşma noktası... Biz gece gördüğümüz için karanlık ve kalabalıktan pek şekli anlaşılmıyor. Bu yüzden sizin için birde gündüz fotografı buldum.




Barberini Sarayı (Palazzo Barberini) :

          İsterseniz Aşk çeşmesinden yukarı yürüyerek ya da metroyla 'Barberini' durağında inerek, bu sarayı görebilirsiniz. Saray günümüzde müze olarak kullanılıyor. zamanın ünlü Barberini  ailesinin kullandığı bir saraymış. Giriş çok fazla değildi ve Roma Pass sayesinde indirim yaptırarak fiyatı dahada makul bir hale getirdik.
  İçerde fotograf çekmek yasaktı.  Tabi içeri girip yüzyıllar öncesinin muhteşem tablolarını izlemekten aklınıza zaten fotograf çekmek gelmiyor. İtalya bu kadar sanatçıyı kendi bünyesinde bulundurarak dünyaya haksızlık etmiş bence. ülkenin her köşesinde ünlü ressamların resimleriyle tıka basa dolu galeriler var. Bizim kültürümüz resme yabancı olduğu için buraları gezerken bizim ağzımız iki kat daha açık kalıyo:) 
 Neyse tam resimlerin büyüsüyle kendimizden geçmişken, sarayın ünlü salonuna giriyoruz. Devasa büyüklükteki salonun özelliği nefis bir freske sahip tavanı. Tavanı izlerken boynunuz kopuyo. Bi süre sonra salonun ortasında duran bi tanecik büyükçe bir koltuğu farkediyosunuz. Hemen koltuğa uzanıp rahat rahat manzaranın tadını çıkarıyorsunuz :) Bu arada tavanda resmedilen arılar Barberini ailesinin sembolüymüş:)





St. Angelo Kalesi (St. Angelo Castle):

      Roma'da mutlaka görülmesi gereken noktalardan birisi. Roma Passınızın ikinci ücretsiz müzesini burda kullanırsanız çok iyi yapmış olursunuz:) Kale vatikana yürüme mesafesinde ve Tiber nehrinin kenarında bulunuyor. 2. yy'da Roma imparatorları ve ailesi için mozole olarak yapılmış. Hristiyanlıkla birlikte Papalık kullanmaya başlamış. Papalık Vatikan'a geçtikten sonrada hapishane olarak kullanılmaya başlanmış. Hatta Vatikandan buraya gizli bir alt geçit olduğuda rivayet edilmekte. Kaleye, üzerinde melek heykelleri olan bir köprüden giriyorsunuz.Mimari gerçekten muhteşem. Kaleyi mutlaka görmek istememin bir diğer sebebi, bir zamanlar bizim Cem Sultan'ında burda uzunca bir süre hapsedilişini duymamdır.Kaleyi gezerken de hep aklımda olan burda neler yaptığı oldu:(  kalenin içinde çok güzel bir müze var ihmal etmeyin mutlaka gezin. Ayrıca en üst terasa çıkıp Romayı en hakim noktalardan birinden izlemenin keyfini sakın kaçırmayın :) 
  







Vatikan :
     Sırada dünyanın yüzölçümü en küçük ülkesi olan, Vatikan var. Bu küçük ülkenin hem devlet başkanı hemde dini lideri,Papa. Ülkede sözleri kanun hükmünde.Üstelik bu küçük şehir devleti çok zengin. Vatikan'a kırmızı metro hattına binip 'Musei Vaticani' durağında inerek gidebilirsiniz. Şehir'de görülmesi gereken  bölümler ise şöyle; St.Peter Meydanı, St.Peter Bazilikası, Sistine Şapeli, Vatikan müzesi ve vatikan bahçeleri...

St. Peter Meydanı;

   Metrodan inip kalabalığı takip ettiğinizde ya da yer yer Vatikan müzelerini işaret eden levhaları takip ettiğinizde önce şehrin görkemli surlarıyla karşılaşıyorsunuz. Surları takip edince de bu güzel tasarım harikası meydana ulaşıyorsunuz. Meydan ünlü sanatçı Bernini tarafından tasarlanmış. Birbiri ardına dizilmiş  sutunlardandan oluşuyor. her bür sütunun üst tarafında ise bir heykel var. meydanın tam ortasına gelip sütunlara belirli bir açıdan baktığınızda arkadaki sütunların yok olduğunu göreceksiniz. Birde meydanın tam ortasında üzerinde haç olan bir mısır dikilitaşı var. Meydandaki uzun kuyruğa girmek istemiyorsanız size tavsiyem sabah çok erken saatlerde kalkıp gelmeniz olacaktır. Yoksa uzunluğu 2-3 km'yi bulan kuyrukda beklemeye hazır olun:)
 İlk fotograf meydanın sonunda bulunan St. Peter Bazilikası...
 Görmüş olduğunuz sütunlar meydanın her iki tarafını fotograf'da görüldüğü gibi kucaklamakta...



Ortadaki dikilitaştaki  haçı çekmemişim,dikkatimden kaçmış olsa gerek :)


St.Peter Bazilikası:

   Vatikana yaklaştığınız her noktadan kilisenin kubbesini rahatça görebilirsiniz. Her ne kadar uzun kuyruklarda bekleyerek içeri girmiş olsanız da, burasının girişinin ücretsiz olduğunu öğrenmek sizi mutlu edebilir:)
   Kilise Hristiyan dünyasının en büyük kilisesi. Adını, Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olan Aziz Petrus'dan alır. Kendisinin burada vefat ettiğine inanıldığından,mezarının olduğu yere hemen bir kilise inşa edilir ve Hristiyan dünyasının ilk Papa'sı kabul edilir.  Kiliseye girerken Vatikanı muhafaza eden,kıyafetleri tıpkı soytarılar gibi rengarenk İsviçreli asker muhafızları görürseniz şaşırmayın. İsviçreli muhafızlar vatikanı 15. yy'dan beri koruyolarmış. Kilisenin içi gerçekten mükemmel... Bernini'nin tasarımı mihraba dikkatlice bakın,malesef yakından bakmanız yasak :) Michelangelo tarafından tasarlanan kubbesini,heykelleri tek tek inceleyin. İşlemeleri,ikonaları, freskleri takip edinç gerçekten ince bir zevkle yapılmış her bir köşeyi çok seveceksiniz....Vaktiniz varsa kubbesine çıkın ve Roma'nın muhteşem manzarasını izleyin. Bu arada Kubbeye çıkış ücretli ama miktar çok fazla değil sanırım... Birde alt katta mezarların bulunduğu bölüme göz atmayı ihmal etmeyin. geçmişten günümüze tüm Papaların mezarları aşağıda...










Ne yazıkki, Roma'ya kadar gidip en önemli iki yeri Sistine Şapelini ve Vatikan Müzesini kapalı olduğu için göremedik :( Zaten bu müzeler için en az 1 gün gerekli olduğunu bildiğimden çok da üzülmeyerek bi dahaki sefere diyorum :)



5 Kasım 2014 Çarşamba

MÜNSTER-ESSEN

19-23/10/2012_ GERMANY_MÜNSTER-ESSEN


   Vestfalya bölgesinde geçirdiğimiz bir hafta içersinde, Münster ve Essen'e günübirlik geziler yapma imkanımız oldu. İlk önce Münster'den bahsetmek istiyorum...

Münster:

    Münster, 2. dünya savaşında büyük yaralar almış çoğu Alman şehrinden biri. Şehrin neredeyse tamamı bombalanmış, taş üstünde taş kalmamış... Almanya, O dönem hem kendisi acı çekmiş hemde bir çok ülkeye ve kendi bünyesindeki etnik yapılara acı çektirmiş. Almanlar idealist insanlar savaşın yaralarını sarmayı başarmış ve çoğu binayı ya tamir etmişler yada orjinaline sadık kalarak tekrar inşa etmişler...

Bu binalardan ilki içinde Barış salonu (friedenssaal) bulunan Belediye Binası(Rathaus) . Barış odasını göremedik ama sizin için bir fotografını buldum. Yalnızca dışardan bakıp yolumuza devam ettik.




Birde , şehrin ana alışveriş merkezi Prinzipalmarkt'daki üçgen alınlıklı binalar görülmeye değer...


     Aşağıdaki fotografda caddenin sonunda yükselen kilise, St, Lamberti Kilisesi. Kilisenin kulesinde 3 tane kafes göze çarpiyor. Kafesler kilisenin kulesinde tam 500 yıldır indirilmeden asılı tutuluyor. Bu 3 kafes, 1500'lü yıllarda Münster şehrinin 2. dünya savaşına dek yaşamadığı yıkımın canlı şahitleri...
   Münster, 1500 lü yıllarda, Anabaptistlerin en faal olduğu şehir. Anabaptistler her ne kadar barışçıl,silah kullanmayı reddeden ve bebeklerin değil yetişkinlerin vaftiz edilmesi gerektiğine inanan bir toplum olsa da, politikaya girdikten sonra güçlenip yozlaşmaya başlamış bi topluluk. Bu yozlaşmanın en büyük kanıtı,Zina ve fuhuş ölümle cezalandırılırken, çokeşliliğe izin verilmesiydi. Hatta dönemin Anabaptist kralı 16 tane eş almış ve eşlerinden biri ayrılmak istediğinde şehrin ortasında kellesi alınmış. Duruma hızla el koyan Lutherciler ve Katolikler birleşerek 14 ay sonunda şehri ele geçirmeyi başarmış. tabi bu süre boyunca şehirde korkunç bir yıkım yaşanmış. Anabaptist kralı ve 2 anabaptist yönetici, şehrin gözü önünde korkunç işkenceler edilerek kafeslere koyulup kuleye asılmış ve 500 yıldırda ordalar. Belki hala kafeslerde kemikleri vardır...





               Aşağıdaki fotograflardan ilki kulenin bekçileriyle ilgili bir kabartma,ikincisi ise bu geleneğin halen sürdürüldüğünü gösteren bir fotograf. Kule bekçisi (the watchman), akşam saat )9'dan sonra şehri bekler ve şehirde herhangi bir yangın olduğunda ya da bir düşman yaklaştığında elindeki nesneyi üflermiş. Şimdilerde  sanırım sadece geleneksel olarak sürdürülüyor.Almanya'da yalnızca 3 kilisede varmış :)

  Gezimize devam ederken girdiğimiz bir diğer nokta ise barok mimarisiyle dikkat çeken St.Clemen's Kilisesi. İnsanlar burda evlenmek için sıraya giriyorlarmış...  2. Dünya savaşında bombalanan bina aslına sadık kalınarak tekrar inşa edilmiş.




Bir başka kilise ise St. Paul Kilisesi....


     Gezerken yahudi mahallesinden geçerken gözümüze yerdeki metal levhalara yazılmış isimler çarpıyor. İsimler bir zamanlar mahallede yaşayan ve savaş sırasında katledilen yahudilere aitmiş....
 Son olarak ismini hatırlayamadığım, duvarlarında 12 burcun ve Olimpos Tanrılarının heykellerini taşıyan bu güzel bina var.




 Son olarak da hemen hemen her köşe başında sıra sıra dizilmiş duran bisikletlerden bir kare paylaşmak istiyorum. Burda Bisiklet sayısı kentte yaşayan insan sayısına eşitmiş...İşte kocaman bir bisiklet yolu ve ard arda dizilmiş bisikletler. Darısı başımıza:)



ESSEN:

Münster'e kıyasla Essen daha yeni bir şehir ve insanlar daha çok eğlenmeye ve alışverişe buraya geliyorlar. Rengarenk, canlı, kıpır kıpır şehir hayatını gelip geç saatlere kadar burda kalabilir ve doyasıya alışveriş yapabilirsiniz :)


 Tanıdık bir melodi duyunca bi süre eşlik ettik bu sokak müzisyenine... Zihnimi çok zorlamama rağmen bize ait melodiyi bi türlü hatırlayamadım :((